Önce armutlu bir kek yaptım. Ne zaman yapmıştım hatırlamıyorum bile. Tarifini de not defterime kaydedip bir ara paylaşmak üzere fotoğrafını çektim. Sonra araya o girdi bu girdi, ha bugün yazarım ha yarın yazarım dedim ama bir türlü yazamadım . Günler günleri kovaladı ve nihayetinde bir gün hadi artık şu tarifi temize çekeyim dedim. Ama ne mümkün! Öyle düzensiz ve saçma sapan notlar almışım ki ne kadar uğraştıysam da yazdıklarımdan hiçbir şey anlamadım. Yalan oldu mu sana mis gibi tarif!
Çok da güzel kek olmuştu halbuki ya.
Neyse armutlu keki boşvereyim de Nazlı Teyze’nin yaptığı ve o yaparken dünyanın en kolay yapılan poğaçasıymış gibi görünen şu harika poğaçaların tarifini alıp onu yapayım bari dedim. Nazlı Teyze bir bardak suyu, sütü, ayçiçek yağını karıştır, bir paket kuru mayayı ve aldığı kadar da unu katıp yoğur, sabaha kadar beklet sonrasında da poğaçaları dilediğin gibi şekillendirip 175 derecede pişir dedi. Dur şunu ben en iyisi ayçiçek yağı yerine tereyağ ile deneyeyim, öyle daha güzel olacakmış gibi hissediyorum dedim. Ben onu niye öyle dedim ki, demeyeydim keşke. Sonra bir de dur ben şu poğaçaları ofisin yanındaki organikçiden aldığım gereksiz pahalı organik tereyağ, organik un ve organik yaş maya ile deneyeyim dedim. Onu da demeyeydim iyiydi. Sen kalk organikçiden yanlışlıkla unu glutensiz al ve hatta tüm malzemeleri yoğurup mayalanması için bir kenara koyup da etrafı toparlamaya başlayana ve unun paketini katlayana kadar da unun glutensiz olduğunu farketme!
Pohaçalar da sana yalan oldu mu!
Yılmadım ama gittim bir daha tüm malzemeleri hazır ettim, tekrar denedim. Bu sefer oldu. Ölçüleri burada paylaşmak üzere ölçe tarta not ettim. Pohaçaların fotoğrafını da çektim ama armutlu kek vakasından yeterince ders almamışım belli ki ölçüleri o an gözüme çok manalı gelecek şekilde ama esasen yine eksik gedik yazmışım. Bugün en nihayet uzun bir aranın ardından tarifi temize çekmek için bilgisayarın başına oturunca anladım ki aldığım notlar o kadar da manalı değilmiş.
Velhasıl poğaça tarifi de yok.
İlkokulda birisi defterimi getirmeyi unuttum derse niyeyse bazı öğretmenler sen niye geldin o zaman derdi! Şimdi düşünüyorum da o ne manasız bir tepkiydi öyle ya! Herneyse, benim de şu anki hissiyatım sınıfa gelirken defterini unutan çocuk gibi. E sen niye geldin diyecek olursanız da; şu blogu her açtığımda karşıma çıkıp duran Avokado fotoğrafını görmekten sıkıldığım ve burada birşeyler paylaşmayı özlediğim için geldim. Bir de belli ki bir aksiliktir gidiyor, belki bu yazıyla şeytanın bacağını kırarım diye ümit ettiğimden geldim.
Aslında bu anlattıklarım şu son dönemlerde hayatımın niyeyse geneline hakim olan duygu durumu. Normalde gayet düzenli ve programlı olan ben bu hallere düştüm. Şu son birkaç ayda hayatımda birkaç şeyi birden yapayım derken herşeyi ucundan ucundan yapabilir oldum. Şu aynı anda on tane işe yetişen ve hala herbir şeyi tam yapanlara selam olsun. Benim hayatımda işler güçler bildiğin yarım yamalak.
Ay ben bildiğin yorgunum. Hep uyumak, evde kalıp kanepede pineklemek, bir yere gideceksem de mümkünse en rahat kıyafetimi giyip olabilecek en yakın noktaya gitmek şeklinde bir motivasyon içerisindeyim. Bak şimdi böyle yazınca da, sanki bütün bunlar yoğunluk belirtisi değil de şey gibi geldi…! kız yoksa ben yaşlanıyor muyum!