Evde uzun zaman geçirmek durumunda kalmak, kış mevsiminin hem iyi hem de kötü tarafı. Dışarısı buz gibiyken evde dizine battaniyeni çekip kitap okumak gibisi var mı? Ya da patlatıp mısırları güzel bir film izlemek gibisi. Ama işte bir nokta geliyor, hava ne kadar kötü olursa olsun ve ev ortamı ne kadar cazip gelirse gelsin ruhun daralıyor kendini dışarıya atmak istiyorsun. Böyle zamanlarda karşına geçip ‘bak şömineyi yaktım, hep izlemek istediğin o filmi açtım üstelik sana sıcak çikolata bile yaptım’ deseler yine de gözün görmüyor. (Bu arada bizim şöminemiz yok, o detayı ben uydurdum. Hayal etmesi güzel!)
Bu gibi durumlarda en güzeli; hava buz gibi de olsa, ortalık fırtınadan yıkılıyor da olsa ruhunun çağrısına kulak verip evden çıkmak. Bir de dışarıya çıkarken sıkı sıkı giyinmeyi unutmamak! Tıpkı bizim geçen haftasonu yaptığımız gibi.
Evde oturmaktan sıkıldığımızdan, gayet kötü olan havaya aldırmadan sıkıca giyinip attık kendimizi deniz kenarına. Önce bol deniz ürünlü güzel bir yemek yedik, sonrasında da sahil boyunca uzun bir yürüyüş yaptık. Hem midelerimizi hem de ruhumuzu besledik. Deniz havası gibisi yok.
Sahil sessiz ve sakindi. Kış kendini en çok da buralarda belli ediyor galiba. Boşalan kumsallar, toplanmış şezlonglar, sökülmüş şemsiyeler derken bambaşka bir ruha bürünüyor kışın sahiller.
Birkaç balık tutan ve yürüyüş yapan dışında kimseciklerin olmadığı deniz kenarında yürürken, ister istemez buraların yazda alacağı hal geldi aklıma. Sanırım, yazın o cıvıl cıvıl ruh halini özlemeye başladım ben. Kış mevsimiyle aramın eskisi kadar bozuk olmadığı doğru ama kış artık sırasını yavaştan yavaştan bahara ve yaza bıraksa hiç de fena olmayacak diye düşünüyorum. Ama sabırsız olmamakta fayda var çünkü önümüzde daha Şubat ve Mart ayları var. Ama zaman denen de o kadar çabuk geçiyor ki muhtemelen göz açıp kapayıncaya kadar yaz yeniden gelmiş olacak bile. Ve ben muhtemelen daha geçenlerde burada yürüyüş yapmıştık diyerek bu haftasonunu hatırlayacağım…