Öylesine dolanmaya çıkmıştım Lefkoşa’nın eski ve bana göre en güzel sokaklarında… Benim bile anılarım var kendimce bu eski Lefkoşa sokaklarına dair. Misal anneannemle Şeher’e yün almaya gittiğimizi hatırlıyorum , ya da bazen dikeceği elbise için kumaş almaya. Bir keresinde yine ananemin öreceği kazak için yün almaya gitmiştik. 7 yaşındaydım ve gittiğimiz yüncüdeki sıra sıra renkler o kadar hoşuma gitmişti ki, ertesi gün öğretmen sınıfta klasik soruların vazgeçilmezi “ilerde ne olmak istiyorsunuz?” diye sorduğunda diğerleri doktor , öğretmen, polis filan derken ben yüncü olmak istiyorum demiştim. Gülümsemişti öğretmenim…
Lefkoşa’ya gideceğinde yanında beni de götürürdü anneannem, çok mutlu olurdum. Ben gerçi anneannemle hep mutluydum… Hala da hayal meyal aklımda o sokaklar ve insanlar…
Yaş almaya başladıkça eski daha güzel gelmeye başladı. Sanki sadece “eski insanlar” eski zamanlara özlem duyar sanıyordum ama farkediyorum ki, düşündüğümden daha erken bir yaşta ben de özlem duymaya başladım. Şehirleri ve şehirlerle birlikte değişen yaşamlarımızı sevmiyorum artık. Bizim bahtımıza bir “vasatlık çağı” düştü gibi hissediyorum. O yüzden de tüm bu vasatlaşmanın içinde, tüm hoyratlığımıza rağmen hala güzel, dingin ve asil kalmayı başarmış eski Lefkoşa sokakları bana hala iyi hissettiriyor.
İşte o gün de öylesine dolanıyorken, dükkanının önündeki renkli döşemelik kumaşlar hoşuma gitti önce. Sonra, kapıdan içeri başımı uzatıp “bir fotoğrafınızı çekebilir miyim?” diye sordum. Sessizce kitabını okuyordu, başını kaldırdı, bana baktı ve olur dedi. Ben içeriye girip fotoğrafını çekmeye, o ise anlatmaya başladı. Ben bir şey sormamıştım aslında ama belli ki o anlatmak istiyordu…
İsminin Selim Erdoğdu olduğunu, 60 yıldır aynı dükkanda oto döşemeciliği yaptığını, çocuklarını, torunlarını, mücahitlik yıllarını, kumaşlarını vakti zamanında Bursa’dan aldığını, küçükken çok yokluk çektiğini bu yüzden çocuklarına hiç yokluk yaşatmak istemediğini, eşini ve birlikte yaptıkları seyahatlerini, hafta sonlarında gittiği Garava’daki evlerinin güzel bahçesini anlattı…
Dükkanına adım atarken tanımıyordum onu ama birlikte paylaştığımız o bir saatte beni geçmişine, anılarına, kaybettiklerinin hüznüne ve kazandıklarının sevincine ortak etti.
Kalkmak için izin istedim. Ne zaman istersen gel yine, ben her gün buradayım dedi. Tekrar mutlaka uğrayacağımı söyleyerek kalktım. Ben yürümeye, o ise kitabını okumaya devam etti…
Yoluma devam ederken kendi kendime düşündüm sonra; Lefkoşa; sokaklarıyla ve insanlarıyla hikayelerini anlatmaya devam ediyor aslında. Mevzu; hayatımızın harala gürelesine ara verip biraz kulak kabartmakta sadece…