Çok uzun zamandır aklımda olan Mardin’e nihayet geçtiğimiz Aralık ayında gidebildim. Zamanlaması yanlıştı, Mardin soğuktu ama yine de güzeldi. Şuursuzca hareket edip incecik kıyafetlerle Mardin’e gitmek pek tabii ki benim hatamdı. Kıbrıs’ta ılık seyreden kış günlerinin üzerimde yarattığı etkiden olsa gerek bilimsel gerçeklere dayanan hava raporlarını ciddiye almamak daha çok işime geldi ve “Mardin hemen şurası ne kadar soğuk olabilir ki” dedim. Mardin’e vardığımız ilk gecemizde de yanlış bir varsayımda bulunduğumu anladım! 3 günlük gezi için yanımda götürdüğüm kıyafetlerimin hemen hepsini üstüste giydim de azıcık rahat ettim desem abartmış olmam sanırım. Pek de akıllıca olmayan hallerimi bir tarafa bırakırsak tekrar söylüyorum Mardin çok güzeldi. Ama siz gidecek olursanız baharda gidin e mi?
Peki Mardin’de ne yaptım?
Daracık sokaklarında gezdim. Sokaklarda konuşulan farklı farklı dillere kulak kabarttım. İnsanların birkaç dil birden konuşabiliyor olmasına şaştım. Evlerin mimarisindeki asalete ve zarifliğe hayran kaldım. Taş ustalarının taşı nasıl böyle süsleyebildiklerine anlam vermeye çalıştım. Hemen heryerde karşıma çıkan güzel gözlü eşeklerin fotoğraflarını çekebilmek için peşlerine takıldım. Sokakların darlığından dolayı ihtiyaç doğduğu için Mardin Belediyesi’nin kadrolu eşekleri olduğunu öğrenince gülümsedim.
Yüksek bir yere çıkıp Mezopotomya Ovası’nı seyredaldım. Mezopotamya Ovası’nın söylendiği kadar güzel olduğunu kendi gözlerimle gördüm. Bir şehrin nefes alması için illa denizi olmasına gerek olmadığını, bir ovanın da özellikle de geceleri pekala deniz etkisi yaratabileceğini anladım.
Gün batımına yakın bir saatte gezdiğim Deyrülzafaran Manastırı’nın huzur veren atmosferinden etkilendim. Manastırda ikram edilen baharatlı çayla içimi ısıttım. Bakımda olan Mor Gabriel Manastırı’nı ziyaret edemeyeceğime hayıflandım.
Hem gün ışığında hem de gün batarken, bir tepeden eski Mardin evlerinin konuşlandığı tepeye baktım ve Mardin için gündüz mezarlık gece gerdanlık benzetmesi yapanlara hak verdim.
Mardin mutfağının ne kadar zengin ve lezzetli olduğunu keşfettim. Cercis Murat Konağı’nın yemekleriyle mest oldum. Rıdo’nun Yeri’nde yediğim kebaba bayıldım. Mahlepli Süryani şarabını tattım, tatmakla kalmadım çok sevdim. Mardin demek biraz da baharat demekmiş anladım. Tarçının yaygın şekilde kullanılıyor olduğunu farkettim. Çarşıda sık sık karşıma çıkan tarçınlı bademlerden cebime doldurdum. Baharatlı kahveden tattım.
Midyat’a gittim. Midyat’ı bir de, bizimle birlikte sokakları gezen ve ezberledikleri bilgileri hızlı hızlı bize anlatan iki küçük veletten dinledim. Sokaklarında gezerken karşıma çıkan hem sade hem de ihtişamlı olmayı başaran konakları gördükçe zamanında konak hayatı kimbilir nasıldı diye merak eder oldum. Hem Mardin’de hem de Midyat’ta o güzelim eski taş evlerin arasında alakasız bir şekilde yapılmış çirkin beton evleri gördükçe sinir oldum. Yeni restorasyon projeleri kapsamında bu uygunsuz yapıdaki evlerin bir bir yıkıldığını, ev sakinlerinin ise başka bir bölgede inşa edilen evlere taşındığını öğrenince rahatladım. Mardin, fotoğraflarda gördüğümüz o eski özgün haline dönse ne de şahane olur diye hayal kurmaktan kendimi alamadım.
Gümüşçülerin ışıl ışıl vitrinlerini seyrettim. Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’nın küçücük ama bir o kadar güzel Nahıl isimli dükkanında satılan sabunlardan sevdiklerim için hediyeler aldım. Mardin’in bıttım sabunu meşhurmuş öğrendim. 90 yaşında bir Süryani olan Nasra Teyze’yi evinde ziyaret ettim. Kendi elleriyle baskı yaptığı ve kök boya kullanarak boyadığı kumaşlara, örtülere hayran kaldım. Kendime de küçük bir parça almayı ihmal etmedim.
Mardin’e kadar gelmişken Hasankeyf’i ziyaret etmemek olmaz dedim. Hasankeyf’e gelip de atmosferinden etkilenmemek imkansızmış anladım. O bölgede yatan tarihi görünce bir kez daha “Hasankeyf sular altında kalmasın” dedim! İlle de baraj yapacağım diye tutturanlarla dünyaya aynı gözlüklerle bakmıyormuşuz çok net anladım.
Mardin söylendiği kadar güzelmiş, kendi gözlerimle gördüm. Görmekle kalmadım hissettim, tattım, kokladım…
Fotoğraflarınız her geçen gün mükemmele doğru yol alıyor. Çok güzel bir yazı olmuş. Fotoğraflara bakmaya doyamadım.
Çok teşekkür ederim 🙂
tek kelimeyle.. BA-YIL-DIM..