B

Bahar geziler vol. 4: Bozcaada

Bundan beş yıl önceydi. Hızlıca alınmış bir kararla, yakın bir arkadaş grubu olarak, Cuma sabahı yola çıkıp Pazar akşamı dönecek şekilde, kısa ve hızlı bir Cunda gezisinde bulmuştuk kendimizi. Öylesine başlayan bu mayıs ayı kaçamakları, bir yıl verilen firenin dışında farketmeden bizim geleneğimiz haline geldi. Her yıl aynı arkadaş grubu olarak, Mayıs ayı başında hızlı ve dolu dolu bir bahar kaçamağı için rotayı Ege’ye çeviriyoruz. Bu yıl da başarıp biraraya geliyoruz ve bahara merhaba gezisi için sabah erken bir vakitte İstanbul’dan yola çıkıyoruz.  Oh be! Yine çok sevdiğim dostlarımın arasındayım, yine birlikteyiz, yine gerekli gereksiz gülüyoruz ve yine mutluyuz… Bu sefer istikamet Bozcaada.

Daha gitmeden başlayan araştırmalarla iyice merakımı cezbeden Bozcaada ile nihayet tanışacağız. Bol feribotlu bir yolculuktan sonra varıyoruz Bozcaada’ya. En sonunda karşımda duruyor işte.

bozcaada

Feribottan iner inmez kendimizi otelimize atıyoruz. Otel Kaikias’ın tam da hayal ettiğim gibi bir yer olduğunu görünce rahatlıyorum. Eski bir Rum evi olan Kaikias, aynı zamanda mimar olan zevkli sahipleri Handan Hanım ve İsmail Bey’in zarif dokunuş ve eklemeleriyle, nostaljik görünümünden hiçbirşey kaybetmeyen bir otele dönüşmüş. Kısacık bir süre kalacak olsak da adanın ruhunu olabildiğince hissetmek istediğimden, bu haliyle Kaikias bizim için gayet yerinde bir tercih oluyor.

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

Otele girer girmez antika mobilyalar, aksesuarlar, eskiden kalma ada ve adalı fotoğrafları, mektuplar oldukça ilgimi çekiyor. İncelemek istiyorum ama zaman kısıtlı. Dışarıda ise keşfedilmeyi bekleyen Bozcaada var. Otel burada nasıl olsa, gün ise batmak üzere diyerek kendimizi hızlıca sokaklara atıyoruz.

Önce etrafı hemen keşfetmek ister gibi telaşla dolanıyoruz sokaklarda. Ada merkezindeki evlerin birçoğunun kapı ve pencereleri hatta duvarlar bile ince detaylarla süslü. Hayranlıkla izliyorum. Cam önlerindeki sardunyalar coşmuş. Güller ise tam mevsiminde…

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

Sezon tamamen açılmamış durumda. Bazı işletmeler henüz kış rehavetini atamamış üzerinden. Ya tadilatları devam ediyor ya da yaz sonunda kapandıkları şekliyle sahiplerini bekliyorlar. Akşamüzeri keyfi için kapı önüne çıkmış adalılara selam çakıp devam ediyoruz arnavut kaldırımlı sokaklarda dolaşmaya.

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

Sonra meydandaki Eski Kahve’de soluklanmaya karar veriyoruz. Buz gibi gelincik şerbeti, üzüm suyu ve nefis sakızlı kurabiyelerin ardından “tamam artık Bozcaada’dayım” diyorum ve derin bir nefes alıyorum.

bozcaada

bozcaada

bozcaada

Adaya gelmeden önce internette yaptığım araştırmalarımda farkettiğim bir gerçeği, yürüyüşümüz esnasında o pek bir özenli, pek bir cazip duran lokantaları görünce iyice teyid ediyorum. Evet kesinlikle, Bozcaada demek bol bol yemek içmek demek…

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

Biz de hemen kendimizi adanın ruhuna teslim edip başlıyoruz yiyip içmeye… Akşam yemeğini Rum mahallesinde bir sokak başında konumlanmış Asmalı Meyhane’de yemeye karar veriyoruz. İyi ki de öyle yapıyoruz. Hava güzel, Bozcaada ılık bir ilkyaz gecesiyle merhaba diyor bize… Yeşil renkli ahşap sandalyeler ve masalar sokağa kurulmuş. Biz de hemen mezelerimizi seçip masamıza geçiyoruz. Fonda çalan güzel müzikler ruhumuza, enfes mezeler ise midemize çok iyi geliyor. Bir kez daha farkediyorum ki güzel yemek, güzel müzik ve masada “sağlığınıza” diyerek rakı kadehinizi kaldıracağınız dostlarla birlikteyseniz gerisi teferruattır…

bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada

Adaya geldiğimiz andan itibaren bize eşlik etmeyi kendine görev edinen siyah ve güzel bir köpek, yemek boyunca da yanımızdan ayrılmıyor. Sakin sakin bizimle birlikte takılıyor. Yemekten sonra grubun bir kısmı otele uyumaya gidiyor. Benim de içinde bulunduğum diğer dört kişi ise kısa bir yürüyüş yapmaya karar veriyor.  Bizim Karabaş da bize katılıyor ve beşimiz sokakları sessizce turluyoruz. Sokakları turlarken iyice anlıyorum ki, ben bu Bozcaada’yı pek sevdim arkadaş… Karabaş,  kibarlık edip otele kadar bize eşlik ediyor.

İtiraf ediyorum; Bozcaada’yı bu kadar sevmiş olmamın başlıca nedenlerinden birisi de; adanın hayvanları. Çünkü bu adada tüm hayvanlar çok mutlu ve huzurlu görünüyor gözüme. Pek çoğu kısa bacaklı olan köpekleri olsun, kendi başına sakin sakin takılan kedileri olsun, adanın simgesi olan ve gayet de bağımsız bir cumhuriyet tadında takılmakta olan kargaları olsun Bozcaada’nın tüm hayvanları pek bir adalı ruh halindeler.

bozcaada

bozcaada

81

bozcaada

Sokakta gördüğüm tüm köpeklerin esnafça tanınıyor olması ve hepsine ismiyle hitap ediliyor olması dikkatimi çekiyor. Mesela biz yemek yerken boynundaki kırmızı fularıyla gülümseyerek bir Golden geçiyor yoldan. Soruyoruz kim bu diye? Lokum diyorlar. Ertesi gün Lokum’u, sahibi olduğunu tahmin ettiğim birisinin kullandığı bir mobiletin üstünde bir yerlere giderken görüyorum, yine gülümsüyor.

bozcaada

Ertesi gün sokakta dolaşırken Miller ile tanışıyorum. İlk gördüğümde sıcaktan bunalmış bir halde sahibiyle oturan Miller’ı ikinci görüşüm bizim otelin sahilinde oluyor. Kendini denize atıp epeyce bir yüzüyor. Sahibinin dediğine göre deniz sezonunu o gün açmış. Onu gören su meraklısı başka bir genç golden da  dayanamayıp atlıyor denize. Havanın bu kadar sıcak olacağını kestiremeyip yanında mayo getirmeyen bize ise iç çekerek onları izlemek düşüyor…

bozcaada

bozcaada

Hele sık sık karşımıza çıkan Pakize vardı ki, adada bu kısa bacaklı, gülen suratlı güzel hanımı tanımayan yok sanırım. Önce Asmalı Meyhane’de anlattılar Pakize’nin hikayesini. Ne yalan söyleyim abarttıklarını düşündüm. Ama ertesi gün başkaları da aynı hikayeyi anlatınca inandım. Ya da Pakize bir ada efsanesine dönüşmüş gidiyor, bilemiyorum…

bozcaada

Hikaye şu ki; Pakize bazen gün boyu ortadan kayboluyormuş. Adada hiçbir yerde görünmüyormuş. Sonradan birileri fark etmiş ki bu ortadan kaybolduğu günlerde Pakize hakikatten de adada değilmiş. Meğerse, kendi başına sabah feribotuna binip Geyikli’ye geçip, günü orada geçirdikten sonra akşam feribotuyla Bozcaada’ya geri dönüyormuş. Üstelik rivayet o ki bu Pakize’nin babası da zamanında aynı şeyi yapıyormuş. Demek Pakize’cik de babası gibi sıkılıyor hep adada olmaktan. Arada bir değişiklik istiyor…

Buradan gezginci Pakize’ye, güler yüzlü Lokum’a, Milli yüzücü Miller’a ve arkadaşına, adadaki ilk günümüzde bize eşlik eden Karabaş’a ve Bozcaada’nın tüm mutlu hayvanlarına selam olsun…

Bozcaada hakkında anlatılacak çok şey var aslında. Daha size adanın Meşhur Çiçek Pastanesi’nden, yaptığı resimlerle ada sokaklarına kişilik katan ressam Metin Amca’dan, rüzgar değirmenlerinden, Bozcaada’da gün batımından, adanın bağlarından ve daha pekçok detaydan bahsedemedim. Ama hepsini bir yazıya sığdırmak mümkün değil. Bu nedenle devamı pek yakında diyerek Bozcaada’ya dair bu ilk yazıyı burada bitiriyorum.

Hoşçakalın…

(Bozcaada notlarının devamını buradan okuyabilirsiniz)

KategorilerGenel

Comments are closed.